Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Acemice Bir Ömür
İncecik bir ırmağın kıyısında duruyor
'neden çocuğum' diyorum
'her şeyin acemisi sen oldun?'
Su ışıldıyor birden:
'Hey çocuk! Ben ki boylu boyunca
şu dağın acemisiyim
yağmurun ve
rüzgârın...'
Derken
bir erik çiçeği düşüyor suya
yanılıp dalındaki kokuya
ve akıp gidiyor boşluğunda ırmağın
(Ah, gelin olsa şu ırmak suyüzünde ağlarım...)
İncecik bir ırmağın kıyısında duruyor
sakayı dinliyorum
usulca didikliyor içimi:
'Hey çocuk! Sudaki çiçek
aynası ömrümüzün
bırak senin de gecelerin
gönlünün ırmağında süzülsün...'
Ve uzun saçlarını örtünüp
uyuyor yosun
dinleyip suyun uğultusunu
(Ah, güvey olsam ırmağa doya doya ağlarım...)
İncecik bir ırmağın kıyısında duruyor
yüzümü arıyorum
akşam oluyor
Bir Aşk Masalı
Bir kuş uçmuş bu daldan
Çiçekte sesi kalmış
Üç yıl geçmiş aradan
Çiçek birden sararmış
Bir kız almış çiçeği
Koklayıp yaralanmış
Kız koşup dala gelmiş
Dal onu ağırlamış
Beklerken kuşu dalda
Yüreği rüzgârlanmış
Kuş duyunca rüzgârı
Usulca havalanmış
Uçup dönmüş o dala
Çiçekler şarkılanmış
O günden beri dallar
Rüzgârla arkadaşmış
- Rüzgâr benim de arkadaşım
Gülbehayat
Sabahları uyanınca anacanım
Ne de güzel yüzü varmış
Tadı gibi yediğim ilk çağlanın
Ne de güzel özü varmış
Gün boyunca dertten derde izi varmış
Yüreğinde sızı varmış
Kuzu gibi melediğim ilk kucağın
Ne de üzgün dizi varmış
Kimi bıçak kimi gülle çalınacak sazı varmış
Büyüsünde dal kokusu süründüğüm
Yağmurunda çiçek çiçek yürüdüğüm
Ne de süzgün güzü varmış
Kini varmış, acılara kini varmış
Bir sevinci bin Allah'a değişmeyen dini varmış
Uğul uğul gecelerde
Ne de yorgun teni varmış
Sarbehayat, oğul oğul sürgünlere göçü varmış
Görbehayat, sevinmeye suçu varmış
Duybehayat, anacanım çağırıyor
Albehayat, alınacak öcü varmış
Ölülerimiz
Her sabah
her sabah
o kusursuz acının kollarında
o kusursuz acının kollarında öpüştüğüm gökyüzü
artık
çırpınan yüreğimi yatıştırmıyor. Ve onun
koparıp dizginlerini
uçarcasına boylu boyunca
sakınmasız çarpışı
heyecanlandırıyor beni.
Bir serçe kümesinin konması karşıki dala
belki hiçbir şeydir,
ama sevgilimin mektubunda bir kuş resmi
beni coşkulandırabilir.
Milyarla yıldız arasında tanırım onu
çünkü seyredince güzelleşir sevginin ışıltısı;
binlerce gözüm var
binlerce şafak halindeyim
anlamak istediğim şeyin karşısında
çünkü anlamak zorundayım;
her sevinç kolayca ele geçmez
insan her acının sahibi değildir;
gökyüzü ve nehirler olmasa toprak da anlaşılmaz
ve hayatın kararı kesin:
son ana kadar onuru koruyanlar yaşayacak
söylenecek son söz kahramanca olmalıdır.
Vurgunum
inceliğinim senin
eyy
yapraklarda bir kuş hafifliğinde sürüp giden titreyiş
vurgunum
bir nehri besleyen suların uyumuna,
taşlara hırsla vuruşuna dalganın.
Ölüm seni yanıltmasın...
Nasıl ki yığılır yüzüne gecenin karanlığı
gözlerinle bir başına kalırsın
ölüm öylesine gözuçlarında
savun, kavuştur yüreğini
minicik bir çiçeğin bile kökleri
yaşamak hırsıyla uykusuzdur.
Ölülerimiz...
İşte Stevan Flipoviç.
Bir kahraman.
Faşistler sarmış çevresini.
Sehpada.
Boynunda ip.
Ve o son nefesiyle dalayıp ciğerini
bir bıçak gibi vuruyor kelimeleri dişleri arasından
haykırıyor: "Kahrolsun faşizm; Yaşasın mücadelemiz..."
Steven Flipoviç
onurun bekçisi
direnmenin.
Ölüm seni yanıltmasın...
Bir bir düşün yaşayanları
alnını korkusuzca kaldır
kimin yanındasın
yerin neresi
ve senin en çaresiz anında
tek silahın nedir?
Ölüm seni yanıltmasın...
Usanma hayata yaraşan sesi aramaktan
her kuşun palazlandığı bir yuva vardır,
her dal güneşin ve rüzgarın avuçlarında
kendi hevesince boyanır;
çünkü yaşaması gerekiyor bir şeylerin
bir şeylerin bir şeylerin: senin olan
Bak: kollarını bağlıyorlar;
son defa bakıyor dünyaya Nguyen Van Troi
Birazdan göğsünü parçalayacaklar.
Ama kan onu geriletmiyor.
Başlıyor şarkısına:
"Yaşasın Ho Chi Minh: Yaşasın Vietnam..."
Damarlarım damarlarına bağlı yaralarından
çünkü öldürülmek istenen benim de sevincimdir
Nguyen onun siperi...
Bir buğday tanesi midir
aynı titreyişle
toprağa düşer düşmez kıpırdayan
o şarkı... bir buğday tanesi mi?
Ölülerimiz...
Sesleri dünyamız kadar bilge.
Birazdan kalkacaklarmış gibi
uzanıp bir sipere
koyulaşan...
Ölülerimiz...
Bakışları
uçmaya hazırlanan bir kartal kadar çevik,
vurgunum
gizleyemem.
Sen bağrımı amansızca zorlayan siyahlık
unutma
öldürmekten daha kuvvetlidir ölebilmek.
Sürgün
Uyandırın anamı
Söyleyin gidiyorum
Yolumu gözlemesin
Dönemem belki geri
Arkadaşlarım duysun
Kardeşim bunu bilsin
Söyleyin gidiyorum
Dönemem belki geri
Babama haber salın
Çiçekler onda kalsın
Sulasın günaşırı
Dönemem belki geri
Korulara söyleyin
Dağlara asmalara
Baygın çocukluğumun
Çınladığı kırlara
Söyleyin gidiyorum
Dönemem belki geri
Gelsinler anılarım
Uğurlasınlar beni
Sadece sevdiğime
Söylemeyin duymasın
O kadar körpe ki kalbi
Bilmiyor yitirmeyi
Söylemeyin bu akşam
Sevdiğim ağlamasın
Yaşadıkça
Ah benim aşkla beslediğim sevgilim
kalbimi zorlayan heyecanla sana
savaşın gitgide yaklaşan uğultusuyum
Günler
sazlarla çevrili göl kıyısında
suyun inanılmaz berraklığıyla çalkalanıp geçti
serçeler karla yıkadı tüylerini
taşların oyuklarına doluşan kertenkeleler
düşlerimde zamanla silikleşti
Bazan düşünmek acı veriyor bana
içimde yırtılarak uzaklaşan çayırları
Ah, benim aşkla beslediğim sevgilim
bütün güzel şarkıları sanki ben bestelemişim
üstelik merakla bakıyorum tanıdık her yüze
Çayırları düşün
anamdan emdiğim sütün tadı
yırtarak uzaklaşan çayırları
Artık tek afiş kan kokusu şehrin sokaklarında
gerisi düşmanın kurduğu pusu
kan kokusu diyorsam
ah, benim aşkla beslediğim sevgilim
kalbimi zorlayan heyecanla sana
savaşın gitgide yaklaşan uğultusuyum
Tarih: 2016-03-30 07:46:17 Kategori: Edebiyat
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Nihat Behram Şiirleri Nedir
İncecik bir ırmağın kıyısında duruyor
'neden çocuğum' diyorum
'her şeyin acemisi sen oldun?'
Su ışıldıyor birden:
'Hey çocuk! Ben ki boylu boyunca
şu dağın acemisiyim
yağmurun ve
rüzgârın...'
Derken
bir erik çiçeği düşüyor suya
yanılıp dalındaki kokuya
ve akıp gidiyor boşluğunda ırmağın
(Ah, gelin olsa şu ırmak suyüzünde ağlarım...)
İncecik bir ırmağın kıyısında duruyor
sakayı dinliyorum
usulca didikliyor içimi:
'Hey çocuk! Sudaki çiçek
aynası ömrümüzün
bırak senin de gecelerin
gönlünün ırmağında süzülsün...'
Ve uzun saçlarını örtünüp
uyuyor yosun
dinleyip suyun uğultusunu
(Ah, güvey olsam ırmağa doya doya ağlarım...)
İncecik bir ırmağın kıyısında duruyor
yüzümü arıyorum
akşam oluyor
Bir Aşk Masalı
Bir kuş uçmuş bu daldan
Çiçekte sesi kalmış
Üç yıl geçmiş aradan
Çiçek birden sararmış
Bir kız almış çiçeği
Koklayıp yaralanmış
Kız koşup dala gelmiş
Dal onu ağırlamış
Beklerken kuşu dalda
Yüreği rüzgârlanmış
Kuş duyunca rüzgârı
Usulca havalanmış
Uçup dönmüş o dala
Çiçekler şarkılanmış
O günden beri dallar
Rüzgârla arkadaşmış
- Rüzgâr benim de arkadaşım
Gülbehayat
Sabahları uyanınca anacanım
Ne de güzel yüzü varmış
Tadı gibi yediğim ilk çağlanın
Ne de güzel özü varmış
Gün boyunca dertten derde izi varmış
Yüreğinde sızı varmış
Kuzu gibi melediğim ilk kucağın
Ne de üzgün dizi varmış
Kimi bıçak kimi gülle çalınacak sazı varmış
Büyüsünde dal kokusu süründüğüm
Yağmurunda çiçek çiçek yürüdüğüm
Ne de süzgün güzü varmış
Kini varmış, acılara kini varmış
Bir sevinci bin Allah'a değişmeyen dini varmış
Uğul uğul gecelerde
Ne de yorgun teni varmış
Sarbehayat, oğul oğul sürgünlere göçü varmış
Görbehayat, sevinmeye suçu varmış
Duybehayat, anacanım çağırıyor
Albehayat, alınacak öcü varmış
Ölülerimiz
Her sabah
her sabah
o kusursuz acının kollarında
o kusursuz acının kollarında öpüştüğüm gökyüzü
artık
çırpınan yüreğimi yatıştırmıyor. Ve onun
koparıp dizginlerini
uçarcasına boylu boyunca
sakınmasız çarpışı
heyecanlandırıyor beni.
Bir serçe kümesinin konması karşıki dala
belki hiçbir şeydir,
ama sevgilimin mektubunda bir kuş resmi
beni coşkulandırabilir.
Milyarla yıldız arasında tanırım onu
çünkü seyredince güzelleşir sevginin ışıltısı;
binlerce gözüm var
binlerce şafak halindeyim
anlamak istediğim şeyin karşısında
çünkü anlamak zorundayım;
her sevinç kolayca ele geçmez
insan her acının sahibi değildir;
gökyüzü ve nehirler olmasa toprak da anlaşılmaz
ve hayatın kararı kesin:
son ana kadar onuru koruyanlar yaşayacak
söylenecek son söz kahramanca olmalıdır.
Vurgunum
inceliğinim senin
eyy
yapraklarda bir kuş hafifliğinde sürüp giden titreyiş
vurgunum
bir nehri besleyen suların uyumuna,
taşlara hırsla vuruşuna dalganın.
Ölüm seni yanıltmasın...
Nasıl ki yığılır yüzüne gecenin karanlığı
gözlerinle bir başına kalırsın
ölüm öylesine gözuçlarında
savun, kavuştur yüreğini
minicik bir çiçeğin bile kökleri
yaşamak hırsıyla uykusuzdur.
Ölülerimiz...
İşte Stevan Flipoviç.
Bir kahraman.
Faşistler sarmış çevresini.
Sehpada.
Boynunda ip.
Ve o son nefesiyle dalayıp ciğerini
bir bıçak gibi vuruyor kelimeleri dişleri arasından
haykırıyor: "Kahrolsun faşizm; Yaşasın mücadelemiz..."
Steven Flipoviç
onurun bekçisi
direnmenin.
Ölüm seni yanıltmasın...
Bir bir düşün yaşayanları
alnını korkusuzca kaldır
kimin yanındasın
yerin neresi
ve senin en çaresiz anında
tek silahın nedir?
Ölüm seni yanıltmasın...
Usanma hayata yaraşan sesi aramaktan
her kuşun palazlandığı bir yuva vardır,
her dal güneşin ve rüzgarın avuçlarında
kendi hevesince boyanır;
çünkü yaşaması gerekiyor bir şeylerin
bir şeylerin bir şeylerin: senin olan
Bak: kollarını bağlıyorlar;
son defa bakıyor dünyaya Nguyen Van Troi
Birazdan göğsünü parçalayacaklar.
Ama kan onu geriletmiyor.
Başlıyor şarkısına:
"Yaşasın Ho Chi Minh: Yaşasın Vietnam..."
Damarlarım damarlarına bağlı yaralarından
çünkü öldürülmek istenen benim de sevincimdir
Nguyen onun siperi...
Bir buğday tanesi midir
aynı titreyişle
toprağa düşer düşmez kıpırdayan
o şarkı... bir buğday tanesi mi?
Ölülerimiz...
Sesleri dünyamız kadar bilge.
Birazdan kalkacaklarmış gibi
uzanıp bir sipere
koyulaşan...
Ölülerimiz...
Bakışları
uçmaya hazırlanan bir kartal kadar çevik,
vurgunum
gizleyemem.
Sen bağrımı amansızca zorlayan siyahlık
unutma
öldürmekten daha kuvvetlidir ölebilmek.
Sürgün
Uyandırın anamı
Söyleyin gidiyorum
Yolumu gözlemesin
Dönemem belki geri
Arkadaşlarım duysun
Kardeşim bunu bilsin
Söyleyin gidiyorum
Dönemem belki geri
Babama haber salın
Çiçekler onda kalsın
Sulasın günaşırı
Dönemem belki geri
Korulara söyleyin
Dağlara asmalara
Baygın çocukluğumun
Çınladığı kırlara
Söyleyin gidiyorum
Dönemem belki geri
Gelsinler anılarım
Uğurlasınlar beni
Sadece sevdiğime
Söylemeyin duymasın
O kadar körpe ki kalbi
Bilmiyor yitirmeyi
Söylemeyin bu akşam
Sevdiğim ağlamasın
Yaşadıkça
Ah benim aşkla beslediğim sevgilim
kalbimi zorlayan heyecanla sana
savaşın gitgide yaklaşan uğultusuyum
Günler
sazlarla çevrili göl kıyısında
suyun inanılmaz berraklığıyla çalkalanıp geçti
serçeler karla yıkadı tüylerini
taşların oyuklarına doluşan kertenkeleler
düşlerimde zamanla silikleşti
Bazan düşünmek acı veriyor bana
içimde yırtılarak uzaklaşan çayırları
Ah, benim aşkla beslediğim sevgilim
bütün güzel şarkıları sanki ben bestelemişim
üstelik merakla bakıyorum tanıdık her yüze
Çayırları düşün
anamdan emdiğim sütün tadı
yırtarak uzaklaşan çayırları
Artık tek afiş kan kokusu şehrin sokaklarında
gerisi düşmanın kurduğu pusu
kan kokusu diyorsam
ah, benim aşkla beslediğim sevgilim
kalbimi zorlayan heyecanla sana
savaşın gitgide yaklaşan uğultusuyum
Tarih: 2016-03-30 07:46:17 Kategori: Edebiyat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx